Gezgin Leylek Erzurum

Merhabalar. Ben Gezgin Leylek. Bir macerada daha sizinleyim… Hatırlarsınız, geçen ay Peygamberler şehri Şanlıurfa’ya gitmiştik. Oradan ayrıldıktan sonra, kışın en sert geçtiği şehirlerden birini gezmek istedim. Biraz araştırdıktan sonra Erzurum’a gitmeye karar verdim. Erzurum’un soğuğu hakkında o kadar çok hikâye anlatılmış ki dinlerken bile insanın içi titriyor. Ben de merakıma yenik düşüp, yeni bir macera için kanat çırpmaya başladım.

Damdan Dama Atlarken Donan Kedi
Daha Erzurum’a varmadan anladım ki burası çok soğuk bir memleket. Gökyüzünden sadece beyaz bir örtü ve soba dumanları görünüyor. Başka hiçbir şey yok. Her yer bembeyaz karla kaplı. Bu yüzden hava çoğu zaman -20 derecenin altında olurmuş. Hatta bununla alakalı, benim gibi bir seyyah olan Evliya Çelebi kitabında bir fıkra
yazmış. Ve Erzurum’un soğuğunu anlatmıştır: “Kedinin bir tanesi bir damdan diğerine atlarken havada donup kalmış. Aradan sekiz ay geçmiş ve havalar ısınmaya başlayınca kedinin buzu çözülmüş. Miyavlayarak yere düşmüş.”

Palandöken Dağı
Erzurum’a güney tarafından yaklaşıyordum. Karşıma çok yüksek bir dağ çıktı. Bu dağa eskiler, eşeklerin palanının (semer) dağa çıkarken dökülmesi sebebiyle ‘Palandöken’ demişler. Bu dağ Türkiye’de -kayak başta olmak üzere birçok kış sporunun yapıldığı merkezmiş. Hatta 2011 Dünya Kış Oyunları da burada yapılmış. Palandöken’in üzerinden geçerken yavaş yavaş şehir görünmeye başlamıştı.

Cağ Kebabı
Uzun bir yolculuğun ardından şehre iniş yaptım. Havanın da soğuk olmasıyla iyice acıkmıştım. Burnuma gelen nefis et kokularını takip ederek bir lokantaya girdim. Bu lokanta Erzurum’un meşhur yemeklerinden biri olan Cağ Kebabı  lokantasıymış. Erzurum’a gelip de bu güzel lezzetten tatmadan geçmek olmaz, diye düşündüm.

Kıtlama Çay
Erzurum’un havası soğuk olmasına soğukmuş ama insanları çok sıcakkanlıymış. Çünkü çok yardımsever ve misafirperver kişilermiş. Hatta kış günlerinde çok iş olmadığı için sık sık bir araya gelip güzel sohbetler ederlermiş. Geçerlermiş sobanın başına, içlerinden en bilgilileri başlarmış iyilikten-güzellikten sohbet etmeye. Sohbetin yanında da çaylar içilirmiş. Yalnız bu insanlar çayı farklı içerlermiş. Şekeri çayın içine atmak yerine, bir tık ısırıp çayı üzerine içerlermiş. Çok ilginç bir adet olduğunu düşünmüştüm. Şimdilik bu kadar, bir sonraki macerada görüşmek ümidiyle. Hoşçakalın.

Bir yanıt yazın