“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” diye boşuna dememişler. Sütlüsü, kapiçinosu, üçübirarada’sının yapılmadığı daha ilk yıllarında namı varmış kahvenin. Avrupa’da Türk Kahvesi diye meşhur olsa da aslında biz de başkalarından almış, adımızı önüne yapıştırıp satmışız kahveyi. ilk olarak Habeşistan’da ortaya çıkmış. Ama, Yemen adıyla meşhur olmuş.
15. yüzyılın içinde en kaliteli kahveyi dünyaya ihraç etmeye başlamış. Çok geçmeden, Yemen’den istanbul’a taşınmış çuval çuval kahve. Mısır Çarşısı’nı kaplamış kokusu ve “Yemen Kahvesi” diye meşhur olmuş Osmanlı topraklarında. Bizde kahveye o kadar önem verilmiş ki, sarayda padişahlara kahve veren “kahvecibaşı”lar olurmuş. Hatta, Sultan ikinci Murad zamanında bir esnaf, halis Yemen kahvesine adî kahve karıştırdığı için hapis cezasına çarptırılmış. Sadece kahve yüzünden mi acaba? “Kahve bahane” demişler. Aç gözlü esnafın hile ile insanları aldatmasıymış tabii ki asıl sebep, ama kimsenin milletin damak tadını bozmaya da hakkı yok; değil mi?
Gün olup devran döndü; artık Avrupalılar kahvenin envai çeşidini lüks kafeslerde içirmekte insanlara. Kahveyi küçük poşetler içinde her köşe başında bulmak mümkün. Yani, kahvenin damak tadı çok değişti anlayacağınız.
Bakalım geleceğin uzay çağında kahve kendine yer bulabilecek, daha da önemlisi kendine has fincanıyla Türk Kahvesi ikram edilmeye devam edilecek mi? Kim bilir zaman gelir belki de bir avuç mis kokulu taze kahve bulmak için gezegenler arasında seyahat etmek gerekecek?
Yorum
Yorum yok